Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki hazırlıklardan görüntüler
Bu yıl, Türkiye’deki ve dünyanın her yerindeki Bahailer, dostları ve yakınlarıyla beraber Hz. Bab’ın doğumunun ikiyüzüncü yıldönümünü kutlayacak olmanın coşkusunu yaşamaktadır.
Hz. Muhammed’in soyundan gelen Hz. Bab, Seyyid Ali Muhammed adıyla, 1819 yılında, İran’ın güneyinde, Şiraz şehrinde dünyaya gelmiştir. Hz. Bab, hayatının ilk yıllarından itibaren olağanüstü kişiliğini belli etmiş ve ilerleyen yıllarında da insanlık tarihindeki en sıra dışı Şahsiyetlerden biri olduğunu kanıtlamıştır.
Hz. Bab, bir yetim olarak dayısının himayesinde büyümüştür. O’nun eşsiz karakteri ve engin içsel bilgisi karşısında şaşkına dönen okuldaki öğretmeni “O’nun hakikaten de benim gibi bir öğretmene ihtiyacı yoktur,” diyerek, O’na ders vermeyi reddetmiştir. İnsanüstü bilgeliği yıllar geçtikçe daha da göze çarpar hale gelmiştir. O’nun emsalsiz karakteri, Bahai yazılarında şu sözlerle ifade edilmektedir: “O’nun asil, genç ve dayanılmaz kişiliği, uysallıkta eşsiz, sükûnette ağır başlı, sözlerinde çekici idi.”
Hz. Bab’ın hayatındaki en büyük dönüm noktası, 1844 yılında, daha 25 yaşındayken meydana gelen mistik bir karşılaşmadır. Bu gizemli karşılaşma Hz. Bab’ın o dönemlerde dayısıyla beraber tüccarlıkla meşgul olduğu Şiraz kentinin kapıları önünde gerçekleşmiştir. Hz. Bab orada Molla Hüseyin ile karşılaşmıştır. Molla Hüseyin, 12. İmam’ın yakında zuhur edeceğini müjdeleyen Şii bilgin Şeyh Ahmed-i Ahsaî’nin ardılı olan Seyyid Kazım’ın talimatı üzerine Vaat Edilen Kişi’yi aramak için İran’a doğru yola çıkan bir alimdi. Hz. Bab, Molla Hüseyin’i uzun yolculuğundan sonra dinlenmesi için evine buyur etmiştir. Sonraki birkaç saat içinde neler yaşanacağından tamamen habersiz olan Molla Hüseyin, bu misafirperverliği memnuniyetle kabul etmiştir. O gece, Şiraz’da oturduğu evinde Hz. Bab, Molla Hüseyin’e Vaat Edilen Kâ’imin Kendisi olduğunu açık ve şüphe götürmez delillerle ilan etmiştir.
Bu Makamını Hz. Bab daha sonra şu şekilde ifade etmiştir: “Vaat Edilmiş Kişi Benim, Benim, Benim! Benim, Adını bin yıldır andığınız, zikriyle kıyam ettiğiniz, gelişine şahit olma hasretini çektiğiniz ve Tanrı’dan Zuhur saatini çabuklaştırmasını niyaz ettiğiniz Kişi!”
Bu olayı takip eden kısa bir zaman aralığında 17 kişi daha, birbirinden habersiz bir biçimde ve yüreklerindeki özlemle O’nu arayarak Hz. Bab’ı bulmuş ve O’na iman etmiştir. Hz. Bab, Molla Hüseyin ile beraber ilk inananları ve havarileri olan bu 18 kişiye Diri’nin Harfleri adını vermiştir.
Hz. Bab, içinde yaşadığı toplumun hiç sorgulamadan kabul ettiği değerlere ciddi biçimde meydan okumuş ve gerçeği büyük bir cesaret, Tanrı’dan başka her şeyden kesilmişlik ve ağırbaşlılıkla dile getirmiştir. Takipçileri ise benliksiz, adanmış, korkusuz ve fedakâr çabalarla bu mesajı halka yaymak için gece gündüz demeden çalışmışlardır. Tüm bunlar, Hz. Bab’ın içerisinde doğup yetiştiği İran halkı arasında inanılmaz bir etki yaratmıştır. Öyle ki bir yandan devlet adamları, halk ve din âlimleri arasında son derece saygınlık, sevgi ve itibar kazanırken ve binlerce insan Kendisini Allah’ın Mazharı olarak kabul edip takip ederken diğer yandan Hz. Bab, Molla Hüseyin’le karşılaşmalarından yalnızca 6 yıl sonra, sürgün ve mahpuslukla geçen bu yılların sonunda 1850’de, otoritelerini kaybetme korkusu içindeki bazı bağnaz din adamları ve açgözlü devlet adamlarının kışkırtmalarıyla alınan İran Şahlığının kararıyla, halka açık bir alanda kurşuna dizilerek idam edilmiştir.
Takipçileri tarafından yarım asırdan uzun bir süre boyunca saklanan Hz. Bab’ın naaşı, 1909 yılında, Kutsal Topraklar’daki Kermil Dağı’na defnedilmiştir. Bugün Hayfa kentinde muhteşem altın kubbeli, etrafı teraslı bahçeler ve fıskiyelerle çevrili, müjdecisi olduğu Emrin zaferinin bir simgesi olan bir makamda apaçık bir görkemle ebedi istirahatgâhında yatmaktadır.
Hz. Bab’ın nüfuzu ve yarattığı umut, sadece sözlerindeki kudret ve etkileyicilikten kaynaklanmıyordu, ortaya çıkan heyecanın başka sebepleri de vardı. O’nun, “Bab” olan isminin anlamı “kapı”dır ve O, gerçekten de sembolik bir kapıydı. Allah’a ve insanlığın eşiğinde durduğu bir canlanma ve yenilenme çağına, eşi görülmemiş bir ruhani ve maddi refah dönemine açılan ilahi bir kapıydı. O, en büyük görevini, Kendisinden sonra gelecek ve tüm dünyayı benzersiz bir dönüşüme uğratacak olan Hz. Bahaullah’ın müjdesini vermek olarak tanımlayan bağımsız bir Tanrı Elçisiydi. Kısa süreli olmakla birlikte son derece ihtişamlı ve kudretli geçen Elçilik döneminin en önemli misyonu, geçmiş tüm çağlar boyunca beklenen Tanrı Mazharı’nın, yani Hz. Bahaullah’ın, gelişine insanlığı hazırlamak ve O’nu tanımalarını mümkün kılacak kalp temizliğini ve akıl saflığını yaratmaktı. Hz. Bab’ın gelişini müjdelediği dönem, tüm insan ırkının birleşmesine tanıklık edecek ve her dinin vaadi olan barış ve adalet çağrısını başlatacaktı. Farsça nazil olan kutsal kitabı Beyan’da Hz. Bab şöyle buyurmaktadır: “İçinde, gelecek olan Zuhurun imkânlarını barındıran tohum, beni izleyenlerin tümünün toplam kuvvetinden daha üstün bir kudretle donatılmıştır.” Başka bir yerde ise şöyle haber vermektedir: “Ne mutlu o kimseye ki gözünü Hz. Bahaullah’ın Düzenine çevirir ve Rabbı’na şükürler eder. Çünkü O, elbette zahir olacaktır.”
Tarihsel süreçte öncelikle Hz. Bab’ın en önde gelen takipçilerinden biri olarak inananları arasında önemli bir yere sahip olmuş olan, Bahai Dini’nin peygamberi Hz. Bahaullah yazılarında Hz. Bab’ın Makamı hakkında şöyle buyurmaktadır: “Hiçbir akıl O’nun Zuhurunun tabiatını kavrayamaz; irfanlar O’nun Emrindeki büyüklüğün derecesini anlayamaz.” Başka bir ayette ise Hz. Bab’ın Zuhuru hakkında şöyle buyurmaktadır: “O olmasaydı, Tanrı Kendi rahmet makamına oturmazdı ve ebedi izzet tahtına çıkmazdı.” Ayrıca bu kadar yakın tarihlerde iki Tanrı Elçisinin zuhur edişiyle ilgili sözleri şu şekildedir: “Birbirinden böyle kısa bir zaman aralığının ayırması, hiçbir insanın çözemeyeceği bir sır ve hiçbir aklın derinliklerine nüfuz edemeyeceği bir gizemdir. Süre önceden tayin edilmiştir ve bunun sebebini Benim Saklı Kitabımın içerdiklerinden haberdar olmadan ve olana dek kimse keşfedemez.”
Hz. Bab ile Hz. Bahaullah arasındaki bu eşsiz ilişki nedeniyle Bahai Dini’nde bu iki Tanrı Elçisi İkiz Mazharlar olarak anılmaktadır ve bu sebeple bu iki olağanüstü Şahsiyetin doğum yıldönümleri olan iki gün, Hz. Bahaullah’ın sözleriyle“Allah’ın nezdinde bir gün sayılmaktadır.” Dolayısıyla dünyanın her yerindeki Bahailer, bu sene Hz. Bab’ın 200. Doğum Yıldönümünü büyük bir coşku ve neşeyle kutlamaktadırlar.
Bahai Dünya Merkezi tarafından Hz. Bab’ın İki Yüzüncü Doğum Yıldönümü anısına belgesel formatında bir film hazırlanmıştır. O’nun yaşamı, öğretileri ve günümüzde dünyanın dört bir yanındaki Bahailerin içinde yaşadıkları toplumlara sundukları katkıları gözler önüne seren “Işığın Doğuşu” filmini izlemek isteyebilirsiniz.
Sevdiklerinizle paylaşmak ve bireysel olarak yararlanmak için seçilmiş bazı kartları aşağıdaki görselleri tıklayarak okuyabilir, bilgisayarınıza kaydedebilir veya bastırabilirsiniz:
Hz. Bab'ın makamı ve yaşamına dair sayfaya ulaşmak için tıklayınız.