“Bu Gün, Tanrı’nın en güzel lütuflarının insanlar üzerine saçıldığı gündür. Bu Gün, Allah’ın en büyük inayetinin bütün yaratıklara zerk olunduğu gündür…”
– Bahai Yazıları
Bahai Dini, gelişi Hz. Bab tarafından müjdelenen ve tüm geçmiş çağların Vaat Ettiği Kimse olan Hz. Bahaullah’ın bu çağ için Allah’ın Yeni Bir Tanrı Mazharı olduğunu ilan etmesiyle başlamıştır. Bahai Dini’nin göze çarpan birlik ve bütünlüğü Hz. Bahaullah’ın, Kendisinin Vefatından sonra da kılavuzluğun devamlılığını güvence altına alan açık talimatlarından kaynaklanmaktadır. Ahit ve Misak olarak adlandırılan yönetim yetkisi, Hz. Bahaullah’ın ardından oğlu Hz. Abdülbaha’ya ve Hz. Abdülbaha’dan sonra da Kendisinin torunu olan Hz. Şevki Efendi’ye ve Hz. Bahaullah tarafından emredildiği şekilde Yüce Adalet Evi adlı kuruma geçmiştir. Bahailer, Hz. Bab ve Hz. Bahaullah’ın yanı sıra atanmış bu yönetim organının ilahi yetkisini de kabul ederler.
Hz. Bab – (1819-1850)
İsmi tarihe Arapça’da “Kapı” anlamına gelen Hz. Bab unvanıyla geçmiş olan Seyyid Ali Muhammed, Allah’ın bir Elçisi ve Bahai Dini’nin Müjdecisi’dir. Yaklaşık altı yıl süren Elçiliği boyunca insanlığın ruhani ve toplumsal yaşamını dönüşüme uğratan ilahi bir mesajın taşıyıcısı olduğunu ilan etmiş, barış ve adalet çağını başlatmıştır. Hz. Bab, müjdecisi olduğu ikinci bir Tanrı Mazharı’nın, yani Hz. Bahaullah’ın yolunu hazırlamıştır.
Anne ve baba tarafından Hz. Muhammed’in soyundan geldiği için “Seyyid” unvanını taşıyan Hz. Bab, 1819’da Şiraz’da dünyaya geldiğinde insanlık köklü değişimlere ve büyük devrimlere gebeydi. Bilim, sanat, felsefe ve din alanlarında yaşanan köklü değişimler tarım, endüstri ve ekonomide ani ve eşi görülmemiş meyvelerini vermek üzereydi. Bu durum kaçınılmaz olarak yerleşik toplumsal yapı ve ilişkilere meydan okuyordu. Dünya tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birisi olan bu 19. yüzyılda bütün dünyada çeşitli dinlerin inananları insanlığın, gelişiminin yeni bir aşamasının dönüm noktasında olduğunu algılayıp birçoğu, Vaat Edilen Kimseyi tanıyabilmeleri için hararetle dua ederek Kendisinin yakında gelişine hazırlanmaktaydı. Bu nedenle Hz. Bab’ın yeni bir çağın doğuşuna yönelik yaptığı çağrı, toplumun her kesiminde büyük bir heyecan ve umut dalgası yarattı ve binlerce insanı cezbetti.
İnsanlığın bir dönüm noktasına geldiği o günlerde Hz. Bab İlahi bir Mesajın Taşıyıcısı olduğunu, Kendisine ilk inanan olan Molla Hüseyin’e 22 Mayıs 1844 akşamı ilan etti ve insanlığın yepyeni bir dönemin eşiğinde olduğunu duyurdu. Babi Dini’nin başlamasıyla tüm geçmiş çağlar boyunca Vaat Edilen Kimse’nin, yani Hz. Bahaullah’ın, daha sonra açıklayacağı Bahai Dini’nin de kapısı böylece açılmış oldu.
Hz. Bab’ın görevini ilk kez ilan ettiği o tarihi geceden sonraki birkaç hafta içinde on yedi kişi daha, kendi çabaları ve içlerinden gelen bir ilhamla O’nun makamını kabul ettiler ve Babi Dini’nin ilk inananları oldular. Bunu yaparken o güne dek yaşadıkları hayatın sunduğu rahatlık ve güvenlikten feragat ederek tüm dünya bağlılıklarından da kopuyorlardı.
Hz. Bab’ın bu ilk on sekiz takipçilerinden bir tanesi Türk asıllı ünlü kadın şair Tahire’dir. Hz. Bab’a olan inancı nedeniyle türlü zorluklarla karşılaşmış olan Tahire’nin, tarihe geçmiş olan şu sözleri kadın ve erkek arasında tam bir eşitlik çağrısı yaptı ve geçmişi maziye gömmekte merkezi bir rol oynadı: “Beni istediğiniz zaman öldürebilirsiniz, fakat kadınların özgürleşmesini durduramazsınız.”
Hz. Bab asırlardır beklenen, adalet ve barışın hâkim olacağı yeni bir çağa açılan, sembolik bir kapı olmakla beraber aynı zamanda, Allah’ın Vahyini taşıyan bağımsız bir Tanrı Elçisi’ydi. Kendisine nazil olmuş Kutsal Yazılar, dualar ve hükümlerini ortaya koyduğu eserleri vardı. Ayrıca ruhani ve ahlaki dönüşüm çağrısına yanıt veren canlı bir topluma sahipti. O’nun yegâne amacı, insanların insanlık tarihinde yeni bir dönemin, yani bütün insan ırkının birleşmesine, ruhani ve maddi refahın sağlanacağı yeni bir dünya düzeninin doğuşuna tanıklık edecek bir Gün’ün başladığı gerçeğinin farkına varmalarını sağlamak ve insanlığı bu yeni Gün’e hazırlamaktı. Bu muazzam Gün’ün başka bir Tanrı Mazharı’nın aracılığıyla başlatılacağını bildiren Hz. Bab, bu Şahsiyet’i “Allah’ın izhar edeceği Kimse” olarak adlandırıyor ve Kendi görevinin de tüm geçmiş dinlerin gelişini Vaat Ettiği Kimse’nin artık geldiğini müjdelemek olduğunu ilan ediyordu.
Hz. Bab, Hz. Bahaullah’ın Habercisi idi. O’nun esas amacı insanlığı Hz. Bahaullah’ın gelişine hazırlamaktı. Dolayısıyla Bahailerin görüşüne göre Babi Dini, Bahai Dini’nin kuruluşu ile ikiz öneme sahiptir. Nitekim Hz. Bab ve Hz. Bahaullah için literatürde İkiz Mazharlar ifadesi kullanılır. Hz. Bahaullah’ın 1863 yılında Hz. Bab tarafından önceden haber verilen Vaat Edilen Kimse olduğunu ilan etmesiyle Babi Dini amacını gerçekleştirmiş oldu.
İran’daki yaygın ahlaki çöküntü ortamında Hz. Bab, baskı ve zorlama yerine sevgi ve şefkatle ruhani canlanmanın ve toplumsal ilerlemenin gerçekleşeceği mesajını verdi. Bu mesaj, her kesimden insanı etkiledi ve aralarında birçok din adamının da bulunduğu on binlerce insan Hz. Bab’ın çağrısını kabul etti. Hz. Bab’ın İran içinde ve dışında artan ünü ile kendi imtiyaz ve otoritelerinin sarsılacağından endişe duyan güç sahibi bazı kişiler ise Hz. Bab’ın mesajının yayılmasını engellemeye çalıştı ve Hz. Bab’ın şehirden şehre sürülerek birkaç kez hapsedilmesine sebep oldular. Hatta bazıları idam edilmesi fikriyle İran sarayına başvurdular.
1850 yılı geldiğinde İran tahtında iki yıldır Nasıreddin Şah oturuyordu. Bu genç hükümdar, Hz. Bab ile görüşmeyi planlayan ancak bunu gerçekleştiremeyen babası Muhammed Şah’ın ölümünden sonra, 17 yaşında tahta geçmiş ve devlet işlerini ise baş vezirinin ellerine bırakmıştı. Babi hareketinin yayılmasına bir nokta koymak isteyen baş vezir, özel olarak Tebriz’e çağırdığı bazı din adamlarından aldığı fetvaya dayanarak Hz. Bab’ın idam emrini verdi ve böylece Hz. Bab 9 Temmuz 1850 tarihinde olağanüstü trajik biçimde Tebriz’de halka açık olarak şehit edildi.
Hz. Bab’ın naaşı, 1909 yılında ebedi istirahatgâhı olacak binaya defnedildi. Bahai literatüründe Hz. Bab’ın Makamı olarak da geçen ve günümüzde her gece ışıklarla donatılan bu yapı, Bahailer için kutsal sayılan topraklarda yer alan Kermil Dağı’nda bulunur. Bu eşsiz yapıya dair aşağıdaki videoyu izlemek isteyebilirsiniz:
Hz. Bahaullah – (1817-1892)
Asıl adı Mirza Hüseyin Ali olan Hz. Bahaullah, 1817 yılında İran’ın başkenti Tahran’da dünyaya geldi. Babası Mirza Buzurg-i Nuri, İran Şahı’nın sarayında yüksek bir mevkii olan, varlıklı bir vezirdi. Babasının vefatından sonra Kendisine onun izinden yürümesi ve Şah’ın sarayındaki mevkiini kabul etmesi teklif edildiyse de Hz. Bahaullah bunu reddetti. Bu dünyanın unvan ve mevkilerinde gözü yoktu ve tüm enerjisini ve zamanını çeşitli hayırseverlik işlerine adamayı tercih etti. Bu sebeple 1840’lı yılların başlarında “Yoksulların Babası” olarak nam salmıştı. Fakat bu yaşam tarzı, 1844 yılında Babi hareketinin önde gelen savunucularından birisi olmasıyla birlikte hızla son buldu.
Bahai Dini’nin habercisi olan Babi İnancı İran’ı bir kasırga misali kasıp kavurdu, birçok insan bu yeni inancı kabul etti ve dini otoritelerin yoğun zulümlerini harekete geçirdi. Babi İnancı’nın İlahi Elçisi Hz. Bab’ın idamından sonra Hz. Bahaullah tutuklandı ve Farsça’da “Siyah Çukur” anlamına gelen ve kötü koşulları ile tanınmış olan Siyah Çal zindanına hapsedildi. Yetkililer bunun Hz. Bahaullah’ın ölümü ile sonuçlanmasını umuyorlardı fakat bunun yerine o zindan yeni bir dinin doğuş yeri oldu. Zira dört ay kaldığı zindanda Hz. Bahaullah ilk Tanrı vahyini aldı. Böylelikle, Siyah Çal’ın karanlıkları ardından Gerçeklik Güneşi yükselmeye başladı. Buna rağmen Hz. Bahaullah vazifesini ilan etmek için Tanrı tarafından tayin olunmuş saatin gelişini bekledi.
Hz. Bahaullah hapishaneden 1853 yılının Ocak ayında serbest bırakıldı, ancak bu defa ailesi ile birlikte Bağdat’a sürgüne gönderildi. Bu an, kırk yıl sürecek olan zulmün ve sürgün hayatının başlangıcına işaret edecekti. Hz. Bahaullah Bağdat şehrinde on yıl yaşadı ve bu süre boyunca devlet yetkilileri ile din adamlarından sıradan insanlara kadar birçok kişinin büyük saygısını kazandığı için düşmanları O’nun aleyhinde yönetime yönelik girişimlerde bulundular ve neticede daha uzak bir yere sürgün edilmesine karar verildi.
1863 yılında Bağdat’tan ayrılmadan hemen önce ailesi ve Kendisine eşlik edenlerle birlikte 21 Nisan’dan 2 Mayıs’a kadar Dicle Nehri kıyısındaki bir bahçede kaldı. Bu bahçeye daha sonra Arapça’da “cennet” anlamına gelen Rızvan Bahçesi adı verildi. Bu süre boyunca Hz. Bahaullah yakınındaki küçük bir topluluğa tüm geçmiş dinlerde Vaat Edilen Kimse’nin Kendisi olduğunu ilan etti.
3 Mayıs 1863 günü Hz. Bahaullah ve ailesi, onlara eşlik eden az sayıdaki inanırlar grubu ile birlikte İstanbul’a doğru yola çıktı. Hz. Bahaullah bu şehirde, kısa süre içinde çok sevilen ve saygı gören biri haline gelmişti. Halkın, ünlü düşünürlerin, bazı devlet yetkililerinin Kendisine büyük ilgi göstermeye başlamasıyla birlikte Hz. Bahaullah’ı daha uzak bir yere göndermek için yeni bir ferman daha yazıldı ve dört ay İstanbul’da kaldıktan sonra Edirne’ye gönderildi.
Hz. Bahaullah 12 Aralık 1863’te Edirne’ye ulaştı ve bu şehirde yaklaşık dört buçuk yıl kaldı. Dinler tarihinde ilk defa bir Tanrı Elçisi Avrupa kıtasına ayak basmıştı. Edirne’nin Bahailer için önemli olmasının bir başka sebebi ise Hz. Bahaullah’ın 1867 yılında, dünyanın krallarına ve yöneticilerine mektuplar göndererek Elçiliğini evrensel ölçekte ilk kez bu şehirden ilan etmiş olmasıdır. Fransız İmparatoru III. Napolyon’a, Rus Çarı II. Nikolayeviç Aleksandır’a, İngiltere Kraliçesi Viktorya’ya, Prusya Kralı I. Wilhelm’e, Avusturya İmparatoru Franz Joseph’e, Osmanlı İmparatoru Sultan Abdülaziz’e, İran Şahı Nasıreddin’e, Amerika’nın yöneticilerine ve eyaletlerin başkanlarına, Papa IX. Pius’a ve Hıristiyan kilisesinin bütün rahiplerine hitaben yazılan bu mektuplarda, Makamını açık bir dille ilan ederek yeni bir çağın doğuşunun çok yakın olduğundan bahsetti. Yazılarında önce dünyanın siyasi ve sosyal düzeninde feci karışıklıkların olacağı uyarısında bulundu. İnsanların bu geçiş sürecini zorluk yaşamadan atlatabilmeleri için dünya liderlerinin adil olmaları çağrısında bulundu ve silahsızlanma için büyük çaba göstermelerini ve milletler birliğinin oluşturulabilmesi amacıyla el ele vermeleri için hepsini teşvik etti, savaşa karşı ancak birlik içinde hareket edilirse kalıcı barışın tesis edilebileceğini buyurdu.
Hz. Bahaullah bulunduğu diğer şehirlerde olduğu gibi Edirne’de de halkın, devlet yetkililerinin ve diplomatların yoğun ilgisiyle karşılaştı. Bu sebeple Hz. Bahaullah karşıtı olan kimselerin kışkırtmaları neticesinde Osmanlı yönetimi, Hz. Bahaullah ve ailesini o dönem İmparatorluğun sınırları içerisinde yer alan hapishane şehri Akka’ya sürgün etti. Bu şehir Osmanlılar tarafından caniler ve siyasi suçlular için bir sürgün yeri olarak kullanılırdı. Bu uzak şehre göndermekle Hz. Bahaullah’ın ününün ve itibarının yok olacağından emindiler. Hz. Bahaullah ve yanındakiler, güçlüklerle dolu bir kara ve deniz yolculuğundan sonra 31 Ağustos 1868 tarihinde Akka’ya vardı. Burası Hz. Bahaullah ve ailesinin sürgün hayatının son durağı olacaktı. Hz. Bahaullah hayatının son yirmi dört senesini Akka ve civarında geçirmiştir.
Hz. Bahaullah, ailesi ve yanlarındaki inanırlar önce askeri kışlada mahpus edildiler ancak daha sonra şehrin içerisindeki bir eve çıkmalarına izin verildi. Şehirde yaşayan insanlar ilk başta bu sürgünlere karşı büyük kin ve düşmanlık besleseler de kısa süre sonra Hz. Bahaullah’ın öğretileri halkın üzerindeki nüfuz edici ruhani etkisini göstermeye başladı. Hem Bahai İnancı’nın öğretileri hem de Hz. Bahaullah’ın kişiliği toplumun genelinin saygısını ve beğenisini kazandı. Sultan’ın emirleri hâlâ yürürlükteydi ve resmi olarak da halen sıkı gözetim altındaki bir mahkûmdu ancak gerçekte bir kral kadar saygı görüyordu. Bölgedeki görevliler dahi O’nun öğüt ve tavsiyelerine başvuruyordu. İşte böylesi bir kudret yüklüydü, Hz. Bahaullah’ın insan kalplerini değişime uğratan Zuhurunun Gücü.
Hz. Bahaullah, en azametli Eseri, devrinin En Kutsal Kitabı olan Kitab-ı Akdes’i 1873 yılında Akka’da kaleme aldı. Bu eserde Hz. Bahaullah, Kendisine iman eden kimselerin uyması gereken yasaları ve prensipleri ortaya koyar ve Bahai yönetim düzeninin temelini oluşturur.
Çok zor şartlar altında geçen Akka’daki ilk hapislik dönemi, 1877 yılında göz hapsine dönüşerek ömrünün sonuna kadar sürdü. Ömrünün geri kalan 15 yılını ruhani ve toplumsal konular üzerinde yazmakla, değişik ülkelerden gelen ziyaretçileri kabul etmekle geçirdi.
Hz. Bahaullah 29 Mayıs 1892 tarihinde, 75 yaşındayken Akka’da vefat etti. Kutsal naaşı, vefat ettiği köşkün hemen yanındaki bir odaya gömüldü. Behci olarak anılan bu mekân, Bahailer için dünyanın en kutsal noktası olarak kabul edilmektedir.
Hz. Abdülbaha – (1844-1921)
Getirdiği ilahi öğretilerin temel prensibi olan “birlik” idealini her şeyin önünde tutan Hz. Bahaullah ardında yazılı bir vasiyetname bırakarak tüm Bahailere, bu dünyadan ayrıldıktan sonra hem kutsal yazıların yetkili yorumcusu hem de Bahai İnancı’nın ruhunun ve öğretilerinin kusursuz örneği olan en büyük oğlu Hz. Abdülbaha’ya yönelmelerini emretmiştir.
Böylece yirminci yüzyılın başlarından itibaren Hz. Abdülbaha, toplumsal adaletin bir destekleyicisi ve uluslararası barışın bir elçisi olarak tüm dünya Bahai toplumunun yöneldiği kişi ve öğretilerin açıklayıcısı olmuştur. Hz. Abdülbaha, gerek bilgisi ve gerekse de insanlığa hizmetiyle, Hz. Bahaullah’ın öğretilerinin somutlaştığı, tutum ve davranışlara yansıdığı canlı bir örnektir ve o yıllarda dünyanın dört bir yanında hızla gelişmekte olan Bahai toplumuna büyük bir saygınlık kazandırmıştır.
22 Mayıs 1844 akşamında insanlık tarihinde çok önemli bir olay gerçekleşti. İran’ın Şiraz kentinde Hz. Bab yeni bir dini devrin başlangıcını ilan etti. Aynı akşamın gecesinde Tahran’da bir bebek doğdu. Doğduğunda Kendisine Abbas adı verildi. Fakat sonraki yıllarda o, “Baha’nın Kulu” anlamına gelen Abdülbaha olarak çağrılmayı tercih etti ve insanlığa hizmete adadığı yaşamı boyunca Hz. Bahaullah’ın öğretilerinin vücut bulmuş şekli ve en mükemmel örneği olarak bu isimle tanındı.
Hz. Abdülbaha sekiz yaşındayken Bağdat’a sürgüne gönderilen grupta yer alıyordu ve tüm bu zorlu yıllar boyunca Hz. Bahaullah’ın en büyük yardımcısı oldu. 1892 yılında Hz. Bahaullah’ın ebediyete intikalinin ardından Babasının yazılı vasiyetnamesi gereği Bahai Dini’nin yönetimini üstlendi.
Yirmi dokuz yıl sürdürdüğü bu görevin sonunda, 1921’de hayata gözlerini yumdu. Cenaze törenine her dinden on bin civarında kişi katıldı. Çok sevilen ve takdir edilen bir şahsiyetin ardından yapılan övgü dolu konuşmalarda, Kendisinden “insanlığı Doğru Yola kılavuzlayan”, “barışın direği”, “ihtişamın ve yüceliğin vücut bulmuş hâli” olarak söz ediliyordu.
Hz. Bahaullah gibi Hz. Abdülbaha da yazılı bir vasiyetname bırakarak, bu dünyadan ayrıldıktan sonra Bahailerin yönelmesi gereken kişi ve Tanrı Sözü’nün yetkili yorumcusu olarak en büyük torunu Hz. Şevki Efendi’yi tayin etmiştir. Böylece bir kez daha Bahai Dini’nin bölünmesi tehlikesinin önüne geçilmiş oldu.
Hz. Abdülbaha’nın Bahai Dini’nde temsil ettiği makam konusunda Hz. Şevki Efendi’nin yaptığı tanımlama şöyledir: “O, ilk başta ve her şeyden önce, Hz. Bahaullah’ın emsalsiz ve her şeyi kapsayan Misakının Merkezi ve Ekseni’dir, en büyük Eseri’dir, Işığının lekesiz Aynası’dır, öğretilerinin kusursuz Örneği’dir, Sözlerinin yanılmaz Yorumcusu’dur, tüm Bahai ideallerinin somut hâlidir, tüm Bahai erdemlerinin canlı örneğidir…”
Hz. Abdülbaha bir Tanrı Mazharı değildi ama sergilediği yaşantı ile Hz. Bahaullah’ın öğretilerinin mükemmel örneği olarak görülmüştür. Tertemiz ve mükemmel bir ayna misali Bahai Dini’nin öğretilerini hayatının her döneminde yansıttı. Tüm Bahai ideallerinin somut hâli ve tüm Bahai erdemlerinin canlı bir resmi idi. İnsan doğasının emsalsiz özellikleriyle insanüstü bir bilgi ve mükemmellik Hz. Abdülbaha’nın şahsında bir araya gelmiş ve birbirleriyle olağanüstü bir uyum oluşturmuşlardır. Yeni bir dünya medeniyetinin kurulması yolunda Tanrı Sözü’nün hayata nasıl geçirileceğini de Hz. Abdülbaha göstermiştir.
Hz. Abdülbaha’nın, Babasının halefi ve ilahi öğretilerle Tanrı Sözünün yanılmaz, tek yetkili yorumcusu olarak yazılı şekilde tayin edilmesi Bahai Dini’ne özgü bir durum olup dinler tarihinde bir ilktir. Böylelikle herhangi bir bölünme ve ayrılığa sebep olacak koşullar ortadan kalkmıştır.
Hz. Abdülbaha tüm yaşamı boyunca Hz. Bahaullah’ın temsilcisi ve O’nun en büyük yardımcısı olarak hizmet etti. Hikmet ve ilim sahibi kişilerle yaptığı sohbetler, Hz. Abdülbaha’nın Bahailer dışındaki birçok insanın da saygısını kazanmasını sağladı.
Hz. Abdülbaha, Hz. Bahaullah’ın Akka’ya nihai sürgününde de sadece Bahailere değil, herkese sahip çıktı, şehirdeki hasta ve yoksullarla ilgilendi, acımasız mahkûmlar, kaba gardiyanlar ve düşmanca davranan bazı yetkililere karşı hep sonsuz samimiyet ve sevgi dolu yaklaşımlarda bulundu. Tüm bu yıllar süresince Hz. Abdülbaha’nın sergilediği merhamet, benliksiz hizmet ve dürüstlük, Kendisi ile tanışan herkesin sevgisini kazanmasına ve zamanla en katı yürekli düşmanların bile yumuşamasına vesile olmuştur.
1908’de Osmanlı İmparatorluğu’ndaki siyasi karışıklıklar İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla sonuçlanınca fikir suçlusu olarak görülen mahkûmlar serbest bırakıldı. Böylece yarım asrı aşan tutukluluk ve sürgün hayatından sonra Hz. Abdülbaha da resmen serbest kaldı.
1911 yazının sonlarına doğru İngiltere ve Fransa’ya gitti. Bu ülkelerde halka açık konuşmalarında, gazete röportajlarında ve Kendisini ziyaret eden birçok kişiyle yaptığı görüşmelerde, Hz. Bahaullah’ın getirdiği öğretileri ve bunların çağın problemlerine nasıl çözüm olabileceğini anlattı ve yaklaşık dört ay süren bu seyahatlerin ardından Hayfa’ya döndü.
Avrupa seyahatinden yaklaşık bir yıl sonra, 1912’de, bu sefer dokuz ay kalacağı Amerika ve Kanada’ya seyahat etti. Bu ülkelerde de her türlü dinleyici kitlesine hitap etti, her kesimden ve makamdan insanla görüştü. Yılsonunda İngiltere ve Fransa’ya döndü ve oradan Almanya, Macaristan ve Avusturya’ya geçti. Daha sonra bir kez daha Mısır’a gitti ve 5 Aralık 1913’te Hayfa ve Akka’ya kesin dönüş yaptı.
Hz. Abdülbaha’nın Batı’ya yaptığı bu seyahatlerdeki konuşmaları modern toplumun durumu, barış, kadın hakları, ırk ayrımı, sosyal reform ve ahlaki gelişim gibi sorunlarla ilgilenen çok sayıda insanı derinden etkilemiştir.
Hz. Abdülbaha, yirmi dokuz yıllık görev süresi boyunca Bahai Dini’nin dünyanın her köşesine yayılması için çalıştı ve çerçevesi Hz. Bahaullah’a nazil olan yazılarda çizilen Bahai idari kurumlarının kurularak geliştirilmesini sağladı, Bahai Dini’ne ait kutsal yazıların ve Dinin öğretilerinin açıklamalarını içeren sayısız eser kaleme aldı.
Hz. Şevki Efendi – (1897-1957)
Hz. Bahaullah, Bahai Dini’nin birleşmiş bir dünya yaratma amacına ulaşmasını güvenceye almak ve Bahai toplumunun birliğini korumak için yazılı vasiyetnamesinde en büyük oğlu Hz. Abdülbaha’yı Kendi Ahit ve Misakı’nın Merkezi olarak atadı ve Yüce Adalet Evi’nin kurulmasını emretti. Bunun sonrasında Hz. Abdülbaha da Yüce Adalet Evi’nin işleyişiyle ilgili ilkeleri oluşturdu ve Kendisinin ölümünden sonra tüm Bahailerin, Bahai Dini’nin Velisi olarak adlandırdığı en büyük torunu olan Hz. Şevki Efendi’ye yönelmeleri gerektiğini vasiyetnamesiyle açıkça belirtti.
Hz. Şevki Efendi, Hz Abdülbaha’nın vasiyetnamesi ile atandığı görevini 1921’den vefatı olan 1957 yılına kadar sürdürdü. Hz. Şevki Efendi’nin dünya Bahai toplumunun dönüşüm ve büyüme sürecinin rehberi olduğu bu otuz altı yıl, Bahai tarihinde çok özel bir dönem olarak kabul edilmektedir. Bu sürede Hz. Şevki Efendi, sıra dışı bir ileri görüşlülük, bilgelik ve fedakârlıkla, sistematik bir şekilde, tüm insan ırkının çeşitliliğini gittikçe büyüyerek yansıtan Bahai toplumunun gelişimini besledi, anlayışını derinleştirdi ve birliğini güçlendirdi.
Hz. Şevki Efendi 1 Mart 1897 yılında Akka’da dünyaya geldi. Baba tarafından Hz. Bab’ın, anne tarafından ise Hz. Bahaullah’ın soyundan geliyordu. Küçük yaşlarından itibaren Bahai Dini’ne duyduğu çok güçlü bağlılığı ve dedesi Hz. Abdülbaha’ya olan derin adanmışlığı, Hz. Şevki Efendi’nin tüm yaşamını şekillendirmiş ve motive etmiştir.
İlk eğitimini Hayfa ve Beyrut’ta aldı. İlerleyen yıllarda ise Hz. Abdülbaha’ya sekreter ve tercüman olarak hizmet etmek için İngilizcesini geliştirmek amacıyla Oxford Üniversitesi’ne gitti. Hz. Abdülbaha bu dünyadan ayrıldığında Hz. Şevki Efendi eğitimine hala devam ediyordu ve Hz. Abdülbaha tarafından atandığı görevi öğrendiğinde henüz yirmi dört yaşındaydı. Bu çok ağır sorumluluğu üstlenmek üzere kısa süre sonra Hayfa’ya gitti.
Bahai Dini’nin kurumlarının ve idari düzeninin geliştirilmesi, hizmet ettiği yıllar boyunca Hz. Şevki Efendi’nin temel aldığı en önemli konulardan birisiydi. Öte yandan toplumun işlerini yönetmek için de yerel ve milli Bahai kurumlarından oluşan bir yapının inşa edilmesi gerekiyordu. Otuz altı yıllık görevi boyunca Hz. Şevki Efendi dünya Bahai toplumunu, nihayetinde kurulacak olan Yüce Adalet Evi’nin seçimine hazırladı.
Hz. Abdülbaha dünyaya gözlerini yumduğunda otuz beş ülkeye ulaşmış olan Bahai Dini, Hz. Şevki Efendi’nin yaşamını kaybettiği 1957 senesinde iki yüz on dokuz ülke, sömürge ve adaya yayılmıştı ve yirmi altı tane de Milli Ruhani Mahfil kurulmuştu. Yüce Adalet Evi’nin ilk kez seçildiği 1963 yılına gelindiğinde ise Bahai dünyasında artık dört bin beş yüz Mahalli Ruhani Mahfil, elli altı Milli Ruhani Mahfil vardı ve iki yüz elliyi aşkın ülke, sömürge ve adanın yaklaşık on beş bin noktasında, irili ufaklı Bahai toplumları bulunuyordu.
Hz. Şevki Efendi Bahai Dini’nin merkezini, Bahailer için kutsal kabul edilen Akka ve Hayfa’da inşa etme girişimini de üstlendi. Kermil Dağı’nda Hz. Bab’ın istirahatgâhı olarak Hz. Abdülbaha’nın yaptırdığı sade binanın üzerine Hz. Şevki Efendi tarafından çok zarif bir üst yapı inşa edildi. Ayrıca bu dönemde Hz. Bab’ın ve Hz. Bahaullah’ın makamlarının etrafında bahçeler oluşturuldu.
Görevlerinin ve sorumlulukların muazzam yükünü üstlenmesine rağmen Hz. Şevki Efendi, ayırabildiği tüm zamanı hem Doğu’dan hem de Batı’dan Kutsal Toprakları ziyarete gelen ziyaretçileri karşılamaya adadı. 26,000’e yakın mektup ve binlerce telgrafta bireylere, gruplara ve Bahai kurumlarına kılavuzluk, ilham ve teşvik sundu. Yazılarında sayısız konu ve kavramlar arasından, olağandışı güzellikte ve kuvvetli bir dille Bahai Dini’nin kanunlarını ve temel ruhani ve toplumsal gerçekliklerini netleştirdi, Yüce Adalet Evi’nin sorumluluklarının göze çarpan özelliklerini özetledi, yerel ve milli Mahfillerin seçimi ve işleyişi için atılması gereken adımları ortaya koydu ve birey Bahailerin yükümlülüklerini ayrıntılarıyla açıkladı. Aynı zamanda orijinalleri Arapça veya Farsça olan kutsal metinlerin bir kısmını İngilizceye çevirdi.
Hz. Şevki Efendi, Hz. Abdülbaha tarafından kutsal Bahai yazılarının tek yetkili yorumcusu olarak tayin edilmiştir. Bu nedenle yaşamı boyunca Bahai yazılarını yorumlayarak Hz. Bahaullah’ın öğretilerini hayata geçirmeye dair anlayış geliştirilmesine ışık tutmuştur. Bunun örneklerinden biri de Bahai öğretilerinin temelini oluşturan insan âleminin birliği kavramına dair açıklamalarıdır. Bu kavramın imaları çok derindir; zira bu birlik anlayışı kardeşçe sevgi ve tahammülden çok daha fazlasını içerir, toplumun yapısında değişiklik gerektirir ve insanlığın toplu yaşamının uzun evrimsel sürecinde bir dünya medeniyetinin ortaya çıkışına damgasını vuracak final aşamayı temsil eder. Hz. Şevki Efendi bu konuya şu sözlerle açıklık getirmektedir: “Bu –insanlığın birliği ilkesi- insan evriminin tamamlanmasını temsil etmektedir; öyle bir evrim ki, ilk adımlarını aile yaşamının doğuşu ile atmış, bir sonraki gelişmeyi kabile dayanışmasının başarılmasıyla kaydetmiş; ardından sırasıyla şehir devletinin oluşumuna ve sonra bağımsız ve egemen ulusların kurulmasına doğru gitmiştir. İnsanlığın birliği ilkesi, Hz. Bahaullah tarafından ilan edildiği haliyle, bu muazzam evrimde bu son aşamaya ulaşılmasının yalnızca gerekli olmakla kalmayıp kaçınılmaz olduğu, gerçekleşme vaktinin hızla yaklaştığı ve Tanrı’dan kaynaklanmadıkça başka hiçbir kuvvetin onu kurmayı başaramayacağı iddiasını da beraberinde getirir.”
Hz. Bahaullah’ın dünya çapındaki Yasasının yaşam veren gayesi olan bu birliği açıklarken Hz. Şevki Efendi bunun çeşitlilik içinde birlik olduğunu vurgulayıp şöyle devam etmektedir: “Onun amacı, toplumun mevcut temellerini yıkmak bir yana, o temeli daha geniş bir alana yaymak ve kurumlarını durmaksızın değişen bir dünyanın gereksinimleriyle uyumlu şekilde yeniden biçimlendirmektedir. Ne meşru aidiyetlerle ters düşer ne de zaruri bağlılıklara zarar verebilir. Onun amacı, ne insanların yüreklerindeki makul ve mantıklı bir yurtseverliğin ateşini boğmak ne de aşırı merkeziyetçiliğin zararlarından arındığı takdirde çok gerekli olan ulusal özerklik sistemini ortadan kaldırmaktır. Dünya halklarını ve uluslarını birbirinden farklı kılan etnik köken, iklim, tarih, dil, gelenek, düşünce ve alışkanlık çeşitliliğini ne görmezden gelir ne de bastırmaya çalışır. İnsanlığı daha geniş kapsamlı bir bağlılığa, kendisine daha önce can verenlerin ötesinde daha büyük bir amaca çağırır.”
Hz. Şevki Efendi 4 Kasım 1957’de hayata gözlerini yumdu ve vefat ettiği Londra’da defnedildi.
Yüce Adalet Evi
Bahai Dini’nin uluslararası idari kurumu ve Hz. Bahaullah’ın tüm insanlıkla yaptığı Ahit ve Misakı’nın bugünkü merkezi Yüce Adalet Evi’dir. Oluşturulması esas itibarı ile Kitab-ı Akdes’te emredilen bu kurumun taşıdığı sorumluluklar Hz. Bahaullah’ın, Hz. Abdülbaha’nın ve Hz. Şevki Efendi’nin çeşitli yazılarında ayrıca açıklanmıştır.
Yüce Adalet Evi dokuz üyeden oluşur ve her beş senede bir, dünyadaki tüm Milli Ruhani Mahfillerin üyeleri tarafından seçilir. Bahailerin inancına göre Yüce Adalet Evi insanlığın mutluluğuna olumlu bir etki sağlaması, eğitim, barış ve küresel refahı daha üst seviyelere çıkarması, insan onurunu ve dinin konumunu gözetmesi için ilahi yetki ile donatılmıştır. Bu kurum sürekli gelişen bir toplumun ihtiyaçlarına karşılık olarak Bahai öğretilerinin uygulanmasından da sorumludur.
Yüce Adalet Evi gibi bir kurumun varlığı din tarihinde eşsizdir. Daha önce hiçbir Tanrı Mazharı, Dini’nin bütünlüğünü ve esnekliğini sürdürme, takipçilerinin birliğini temin etme, onların faaliyetlerine rehberlik etme ve toplumun hayatına faydalı bir etki sağlama yetkisine sahip bir kurumun kurulmasını açıkça emretmemiştir.
Bahai Yazılarına göre “değişim bu dünyanın, zamanın ve yerin gerekli bir niteliği ve asli özelliği” olduğu için Yüce Adalet Evi’ne güncel olaylar için Bahai öğretileri ışığında gerekli yasal düzenlemeleri yapma yetkisi verilmiştir. Ancak bu yasama yetkisi kutsal Bahai yazılarında açıkça belirtilmemiş durumlarla sınırlıdır. Hz. Bahaullah’ın bu konuyla ilgili beyanı şudur: “Her günün yeni bir sorunu ve her sorun için uygun bir çözüm olduğu için işler Adalet Evi’ne sorulmalıdır ki onlar da zamanın ihtiyaç ve koşullarına göre hareket etsinler.” Bahai yazılarında Yüce Adalet Evi’nin kararlarını “Kutsal Ruh’un ilhamı ve teyidiyle” alacağı teminatı verilmiştir. Dolayısıyla Bahailer için Yüce Adalet Evi’nin kararlarına itaat, zorunlu ve vazgeçilemez bir görev ve koşulsuz bir yükümlülüktür.
Yüce Adalet Evi kurulduğu ilk günden beri dünya Bahai toplumuna, refah içinde küresel bir medeniyetin inşa edilmesine katkıda bulunma kapasitesini geliştirmesi için kılavuzluk yapmaktadır. Yüce Adalet Evi’nin sunduğu bu ilahi kılavuzluk, Bahai toplumunun Bahai Dini’nin dünya barışı vizyonunu hayata geçirmeyi öğrenirken düşünce ve hareket birliği sağlamasını mümkün kılmaktadır.
Yüce Adalet Evi, tüm meşruiyetini kutsal Bahai yazılarından alır. Hz. Bahaullah’ın getirdiği ilahi mesajın bütünlüğünü ve esnekliğini sağlama, inananların birliğini koruma, topluma yön verme ve sosyal yaşama katkıda bulunma yetkisine sahip bir kurumun tesis edilmesi yasası, Tanrı Mazharlarının bu dünyevi hayattan ayrılıklarından sonra ortaya çıkabilecek olası liderlik mekanizmalarının önünü kesmiştir.
Yüce Adalet Evi, Nisan 1963’te yani Hz. Bahaullah’ın Emrini halka açıkça ilan edişinin yüzüncü yıldönümünde 56 Milli Ruhani Mahfil tarafından kuruldu. Kuruluşundan itibaren dünya Bahai toplumunun büyümesine ve sağlamlaşmasına öncülük etmiştir ve sonuç olarak bugün 100,000’in üzerinde yerel bölgede yaşayan milyonlarca Bahai ile dünya Bahai toplumu ciddi ölçüde büyümüştür. Günümüzde Milli Ruhani Mahfillerin sayısı 180’den fazladır.
Yüce Adalet Evi’nin yaptığı tüm çalışmalar insanlığın birliğinin tesis edilmesi ekseninde gerçekleştirilmektedir ve bu amaçla zaman zaman bazı özel mesajlar yayınlamaktadır. Barış üzerine uluslararası seviyede yapılan diskurlara bir katkı olarak Yüce Adalet Evi 1985’te tüm dünya insanlarına hitaben bir mesaj yayınlayarak küresel barış ve refahın oluşturulmasının ön koşullarını ortaya koydu. Dünyanın her tarafındaki Bahailer bu mesajı devlet başkanlarına ve birçok başka önemli kişilere sundular. Mesajın içeriğinden ilham alarak söyleşilere, seminerlere, konferanslara ve barışa yönelik girişimlere katılmaya devam etmektedirler.
Gittikçe artan dini hoşgörüsüzlüğe karşılık olarak Yüce Adalet Evi 2002 yılında dünyanın dini liderlerine bir mektupla hitap ederek dinler arası harekete ve dinin toplumdaki rolüne yönelik yeni bir diyaloga davet etti. Barışın kurulabilmesinin önkoşulu olarak onlara, dinlerin birliği prensibine gereken önemi vermeleri çağrısında bulundu.
Yüce Adalet Evi’nin kuruluşundan beri insan hakları, küresel refah ve kadınların gelişimi gibi alanlarda da geniş çapta girişimlerde bulunulmuştur. Uluslararası arenada Birleşmiş Milletlerde ve ulusal ile yerel seviyelerdeki her türlü toplumsal alanda Bahailer, toplumu ilgilendiren diskurlara gittikçe daha fazla katılmaktadırlar.
Tüm bu çalışmalara ilham veren şey, ruhaniyete dair Bahai yaklaşımının sadece bireyin veya Bahai toplumunun yaşamını değil, bir bütün olarak insanlığı kapsamasıdır. Yüce Adalet Evi’nin kılavuzluğuyla kolektif gelişimine devam eden ve kazandığı deneyimleri insanlığın hizmetine sunan dünya Bahai toplumu, dünyaya şunun ikna edici bir kanıtını sunmaktadır: Kültürel çeşitliliğimizi korurken dünyayı ortak vatanımız ve aynı gezegeni paylaştığımız herkesi birleşmiş bir ailenin üyeleri olarak görebilir ve işbirliği yaparak hep birlikte gelişmeye devam edebiliriz.
Hz. Bahaullah tarafından önceden tayin edildiği üzere Yüce Adalet Evi’nin binası Kutsal Topraklardaki Kermil Dağı’na, Hz. Bab’ın Makamı’nın yakınına inşa edilmiştir.